Sayfalar

Fotoğrafım
İnsanın kendi hakkında ne diyeceğini bilmesi için bu konuda ayrıntılı bilgiye sahibi olması gerekiyor. yani insan önce kendini tanımalı... ve bunun içinde ben kimim sorusunu kendisine sorup yıllarca sürecek bir kovalamacanın içerisine girmesi gerekli. açıkçası ben kendime bu soruyu şöyle adam akıllı maskelerimi çıkarıp, aynanın karşısına geçip soramadım.. Ayrıca bu iş için insana biraz da cesaret lazım... her yiğidin harcı değil anlayacağınız...

2 Ocak 2009 Cuma

Burası Türkiye

“Burası Türkiye” diyenler ikiye ayrılıyor. İlk kesim bunu “lan” kelimesini sonuna ekleyerek kullanıyor ve “akıllı ol” tadında hafif tehditlerle süslenerek servis ediliyor. Müşterisi ise genelde demokrasi, özgürlük, etnik köken, eşitlik ve benzeri kavramları çokça kullananlar oluyor. İkici kesim ise “Burası Türkiye”nin başına “ya” sonuna da genelde “kardeşim” veya “dostum” ekleyerek kullanıyor ki daha çok muhabbet kıvamında ortaya çıkıp,“niye şaşırıyorsun, Türkiye’de olan hiçbir şeye beni şaşırtmaz “ tadında hafiften ağabeylik kokuyor. Bunların müşterisi ise genelde “ya inanmıyorum ya” ve ya daha amiyane bir tabirle “o ha, o ha” diyenler oluyor.

Konumuz muhabbetten öte ciddi bir siyasi içeriğe sahip olsa da, Türkiye’de olanlara şaşırmak için büyük bir hevesle beklesek de, bize zorla kanıksatmalarından dolayı her şeyi “normal” çerçevesine oturtmamıza isyan ederek, ben de “Burası Türkiye”yi ikinci kesimdekiler gibi “ya” ünlemiyle kullanıyorum. Olası yanlış anlamaların önene geçmeyi kendine temel amaç olarak belirlemiş bu kısa ön açıklamadan sonra tüm kudretine rağmen bizi şaşırtmayan mevzulara gelelim.

Stalin’den geriye kalan ve soğuk savaşın baş aktörü olan Sovyetler tarihin kara sayfalarına oto bibliyografisini yazıp bitirdikten sonra, televizyon ekranlarında gevezelik etmeyi kendilerine meziyet sayan gırla politik analizci artık sağla sol arasındaki farklar siyah-beyaz yerine koyu siyah-siyah arasındaki fark kadar olacağını söylüyorlardı. İdeolojilerin mezarlarında Fatiha okumayı tavsiye edenlere İlk tepkim “hadi lan oradan, siz atmasyoncuların önde gidenisiniz” demek olmuştu. Ancak sadece düzenin bol makyajlı siyasi partilerini de içerse sonuçta kendi aralarındaki farklar kayboldu, onlarca defa estetik ameliyatı olan mankenlerin birbirine benzedikleri gibi onlar da birbirine benzediler. Seçimler arifesinde o partiden şu partiye geçenleri görünce “Ya burası Türkiye” diyorum ve susuyorum.

Mevzunun köklerine inmek gerektiğini düşündüğümde aklıma köfte geliyor. Çiğ köfte ne kadar bildiğimiz köfteden farklıysa, temsili demokrasi de o kadar bildiğimiz demokrasiden farklı. Vekiller işin içine girince insan her dört yılda bir sadece kendine söz verildiğinde bir kâğıt parçasına mühür vurup sandığa atmakla pasif bir apolitik öğeye dönüşüyor. Seçilenler de bir dahaki seçimlere kadar har vurup harman sallarken, mahsulün bir kısmını medyada iyi borazan çalanlara veriyorlar. Zira sonuçta halk umurunda olmasa da onların oylarına muhtaçlar. Oy seçilmek için köftenin baharatları kadar önemli. “ya burası Türkiye” diyorum ve ağlamaklı oluyorum.

Televizyoncular reyting uğruna ne kadar iğrençleşiyorsa oy peşinde olanlar da bir o kadar iğrençleşiyor. Açılım olimpiyatlarına katılmış sporcular gibi birbiriyle yarışıp duruyorlar. Açılım üstüne açılım, gazetelerin manşetleri süslemekten öte kulaklarımız arka arkaya o kadar çok duyuyor ki her zaman olduğu gibi birden anlamsızlaşıyor. Türkçü ve İslamcılar daha Çorum’u, Maraş’ı, Sivas’ı ve diğer katliamlara tek laf etmeden, Alevileri nasıl aşağıladıklarına görmezden gelerek, yüzüne bol bol boya ve pudra sürüp makyajlı halleriyle sahneye atlayan mankenler gibi, medyada “Alevilere para verelim, Dedelerin maaşları, Cem evlerinin elektriği bizden” dediklerinde “ya burası Türkiye” demekten başka söyleyecek bir şey aklıma gelmiyor.

Açılım olimpiyatlarında aslında benim favorim Deniz Baykal. Olimpiyatsa en hızlı ve hırslısı o. Onlarca defa kendisine doping iğneleri yaptırmış gibi. Makyajsa en çok boyayı o sürüyor, en lüküşü o. Daha dün türbana karşı elinde belgelerle mahkeme mahkeme dolaşıp başvurmadık yer bırakmadığını tam unutuyorken, kara çarşaflılara gururla parti rozetini taktı. Gazete sayfalarında Baykal’a geçici hafıza kaybı yaşadığına dair doktor raporu haberini gözlerim ararken yeni bir açılımını öğrenme şerefine nail oldum; etnik kimlikler kendini gururla ifade etmeliymiş. Sendikalarla yaptığı yeni açılım ve proleterlere göz kırpışları, sevmediği Karayalçın’ı Ankara’dan aday göstermesi, arkasından tüzük programının değişimi için kongre yapılacağını duyduğumda “biri bu adamı durdursun” dedim. Kemalizm ile tüm bağlantılarını koparmış çılgın bir Türk gibi koşuyordu. Neyse ki duruldu, kendine geldi ve bize “ya Türkiye burası” dedirtti.

“Ya burası Türkiye” dedirten başka bir mesele ise siyasilerimizin Kemalizm’den istemeden aldıkları jakobenlikleri. Komünizm’in memlekete getirilmesi gerekiyorsa, onlar varken lanet olası işçilere ne oluyor! Onlar varken hiçbir konuda halka laf etmek hadlerine düşmez. Misal bu ülkenin bir Kürt sorunu varsa onlar gayet makul bir şekilde çözerler. Ne güzel 24 saat yayın yapan bir TRT kanalı var. Varsın devletin diğer bir organı olan Meclis’te Kürtçe “bilinmeyen bir dil” olarak kalsın ama var işte. Hem kanal daha dün kuruldu, Vekillerin haberi olmayabilir bu kanaldan, istirham ediyorum, onları mazur görelim arkadaşlar…