Sayfalar

Fotoğrafım
İnsanın kendi hakkında ne diyeceğini bilmesi için bu konuda ayrıntılı bilgiye sahibi olması gerekiyor. yani insan önce kendini tanımalı... ve bunun içinde ben kimim sorusunu kendisine sorup yıllarca sürecek bir kovalamacanın içerisine girmesi gerekli. açıkçası ben kendime bu soruyu şöyle adam akıllı maskelerimi çıkarıp, aynanın karşısına geçip soramadım.. Ayrıca bu iş için insana biraz da cesaret lazım... her yiğidin harcı değil anlayacağınız...

19 Kasım 2009 Perşembe

Asi Dizisi ve Aleni Servet Düşmanlığı

Aşağıda okuyacağınız eleştiriler eski Türk filmlerinin eleğinden süzülüyor belki de. Eski zaman filmlerinde zengin olup da iyi olan tek karakter tonton amca Hulusi Kentmen idi. Gerisi süzme çıkarcı, üçkağıtçı, zalim, acımasız, paracı ve de çirkindi… Biz ise Şarkın insanlarıydık. Fakir ama onurlu karakterin çirkin olan zengine tokat gibi çaktığı insanlık derslerini haykırdığında, yüreğimizde saklı olan “Doğu Mazoşizminin” tazyiki ile gözlerimizden yaşlar fışkırırdı. Fakir kelimesi Onur/Gurur ile ayrılmaz bir sıfat tamlaması oluştururdu o zamanlar. Biri olmadan diğeri anlamsızdı. Eski zamanlardı onlar işte; kariyer kelimesi hakaret zannedilirdi, çocuklar anne sevgisiyle büyürdü, domatesler ise hormon olmadan…

Özal bize serbest piyasanın gerçek (vahşi) versiyonunu hediye ettiğinde, yanında çok amaçlı/kullanımlı rekabet, bol narsisizmli bireysellik, doymak bilmez tüketim manyaklığı vs. de eşantiyon olarak verilmişti. Zaten ne olduysa ondan sonra oldu. Sosyal Darwinistlerin de katkısıyla “İnsan”-lıktan çıkıp”Tüketici”-liğe evrilmiştik, tabii ki ahlak anlayışımız ve hayallerimizle birlikte… Mesela eskiden Yılmaz Güney‘in etkisiyle Türk sineması tarihinde yer eden gerçekçi filmlerindeki gibi köylüler hakları, toprak reformu için savaşmıyorlardı artık. Onun yerine “Sıla” dizisinde olduğu gibi batının rasyonel kafasına sahip olan modern ağalar bizzat kendileri halka özel mülkiyetlerini armağan ediyorlardı! Buna benzer şeyleri görmeye alışınca “böyle şeyler sadece filmlerde olur” demeye başladık…

ASİ DİZİSİ
Önce bir itirafla başlayayım… Asi dizisini izlemeye başlamamın nedeni, ne kapitalizmin üst yapıya nasıl şekil verdiğini görmek, ne de bunun popüler kültüre yansımaları tetkik etme isteğiydi… Asi’nin müptelası olmamın gerçek sebebi, ilk defa başrol oyuncusu Asi’yi gördüğümde, ağzımdan dökülen “aman Allahım bu yaratık gerçek mi?” şaşkınlığı oldu. On dakika kadar sonra kendime geldiğimde, tanrının yeniden erkeklere tek gerçek hediye olarak güzel kadınları yarattığına kani oldum.

Bu dizi Asi adını dünyanın en geçerli bilimsel teorisi olan yerçekimine inat edip, Antakya civarında tersine akan nehirden alıyor. Zaten Asi dizisinin jeneriğinde herkesin tersine/geriye doğru hareket etmesinden bu nehrin diziye olan etkisini hissedebiliyorsunuz. Asilik bu dizinin bünyesinde epey bir yer etmiş görünüyor.
Sadece ölü balıklar akıntıyla aynı yönde yüzerler(*) atasözünde olduğu gibi, yaşayan her canlıda asilik saklıdır. Zaten Anarşizmin en büyük teorisyenlerinden biri olamasa da, en iyi eylemci adamı olan Bakunin insanın bu özelliğine özel bir vurgu yapar; İnsan, Âdem ve Havva’dan itibaren başkaldırır… Bu yüzden insanlık tarihi aynı zamanda isyanlar ve devrimler tarihidir.

“İnat ve başkaldırıyı” bırakıp, asıl mevzuumuz olan “aşk ve gurur”u ise sonraya saklayarak, önce dizinin jönünden başlayalım. Adı Demir ama kendisi iki de bir gurur yapsa da ne çok sert ne de katı, tersine dünyalar iyisi bir insan. Asıl çelişkisi ismi ile kişiliği arasında değil, mesleği ile kişiliği arasında. “Zengin ama iyi”… Bu çelişki sadece Asi dizisine ait değil, görebildiğim kadarıyla hemen her dizide çok zengin olup da, aynı zamanda çok iyi olan karakterler var. “Aaa bunda ne var” demeyin, zengin ama iyi olunamayacağını ben değil, çoğu insana göre Kapitalizmin babası sayılan Adam Smith söylüyor. Bir kapitalistin ilk hedefi Akdeniz değil, kâr maksimizasyonudur. Yani para manyaklığı… Zaten Demir’in zenginliği gayet gerçekçi bir şekilde rahmetli eniştesinin tefeciliğinden geliyor.

Zengin olan daha fazla kâr elde etmek için önündeki tüm engelleri kaldırması gerekir. Ve o engellerden önde geleni ise maalesef ahlaktır. Eski Türk filmlerinde olduğu gibi zengin olan gerçekte acımasızdır, tüm konsantrasyonunu işine verdiğinden hayatın geri kalanıyla arası bozuktur ve bu yüzden biraz insanlıktan sıyrılmıştır. Acımanın kendisine çok para kaybettirdiğini gördükten sonra kafasını duvarlara vurup kişilik değiştirendir. Aynı zamanda fırsatçıdır, gördüğü yerde tereddüt etmeden üzerine atlayandır. Ve nihayetinde rasyoneldir, yani akılcı. Rasyonel olması ise duyguların (âşkın) ve içgüdülerin şiddetli bir şekilde bastırıp kontrol altına aldığı anlamına geliyor.

Burada vurgulanması gereken şey; rasyonel kişinin âşık olma ihtimali hayli düşük olmasıdır. Zira bana göre aşk; esas büyüsünü mantığa karşı verdiği savaşta, duyguların denetimini ele geçirip bilince hükmetmesinden alır. Aşk mantığa karşıdır. Hatta sadece karşı da değil, bizzat onun en büyük düşmanıdır…
Rasyonel/zengin kişinin âşık olma ihtimalini azaltan diğer bir faktör ise aşkın nedenidir. İnsan neden âşık olur’un üç nedeninden birisi; sığınma ya da başka bir deyişle güvenlik ihtiyacıdır. Zengin olan genelde narsisizmin tepelerinde dolandığından pek de sığınma ihtiyacı hissetmeyendir. Hatta ona sorsanız size sığınmanın basitlik/korkaklıktan olduğunu söyler. O kendisini güvende hissetmek için rasyonelliğinden yararlanır; işine şansa bırakmaz hemen sigorta yaptırır, en az kendisi kadar hırçın ve tutkulu bir ekip kurar vs.

Sonuçta kapitalizmin yarattığı fırsatları! değerlendiren ve böylece açlıktan burjuvalığa geçiş yapan jönümüz ve ailesini karşı diğer bir anarşist teorisyen olan Proudhon şöyle der; Mülkiyet hırsızlıktır. Şimdi Smith ve Proudhon’nun yalan söylediğini varsayalım. Demir ve kuzeni Kerim zengin ama aynı zamanda iyi insanlardır, ne de olsa Asi dizisi sonuçta bir kurgu. Ama gerçek hayatta böyle kişilikler (iyi insanlar) holdinglerini en fazla üç ay bitmeden (saflıklarından dolayı) batıracaklardır…

Gelelim en şatafatlı bölüme; Gurur ve aşk dilemmasına…

Gurur genelde sıcakkanlı (İtalyan, Kürd, Türk, İran vs) toplumlara özgüdür, ki bunlar da genelde feodal ya da tarım toplumlarıdır. Sanırım gurur toplumsal değerlerin dışına çıkmayı engelleme görevi görüyordu. Ayrıca gururu kaybetme korkusu (saygıyı yitirme) bir çatışma veya anlaşmazlık durumunda kaçınmayı ya da saklamayı gerektiriyordu.
Ama Kapitalizmin yasaları ahlak gibi gurura da kırar (zira Weber’in izahıyla şiddet tekeli artık sadece devlettedir ve intikamı/adaleti devletin yasaları yerine getirir). Demir’in dizide Arap olması gururlu olması için bir gereklilik olsa da, zengin biri olarak eğer kapitalizmi içine sindirmişse, bunun anlamı gururdan da kısmi anlamda feragat etmiş olması demektir.
Ama biz yine bunun da koca bir yalan olduğunu ve çocukluğunu fakirlik içerisinde geçirmesinden dolayı gururunu parasına karşın koruyabildiğini varsayalım. Bu durumda da karşımıza aşk-gurur çatışması çıkar.

Şöyle ki; Aşk içseldir ve sonradan toplum tarafından öğretilmez. Gurur ise tersine içgüdüsel değil, tıpkı rasyonel akıl gibi toplum tarafından verilmiştir, yani dışsaldır, öğretilmiştir.
Sevgi safhasından aşk safhasına geçildiğinde, aşk duygular imparatoru olarak çoktan aklı yenerek bilinci ele geçirmiştir. Yani âşık olunduğunda akıl ya da rasyonel düşünce devre dışı kalmıştır. Aşk durumunda verilen kararlar ve akla gelenlerin mantık ile hiçbir ilgi ve alakası yoktur. Buradan şu sonuca ulaşıyoruz; aşk ve gurur karşı saflarda yer tutar ve birbiriyle mücadele ederler…

Sadece zengin olan değil, aynı zamanda gururlu olanın da tüm bu nedenlerden dolayı âşık olması son derece zordur. Demir ise bunların ikisine birden sahip, bir yanda paralı diğer yandan gururlu. Ama yine de âşık olabiliyor ve daha da ileri giderek bu aşkı sürdürebiliyor.

Siz şöyle düşünebilirsiniz; aşk ölüme bile meydan okuyabiliyor, paraya veya gurura mı yenilecek? Elbette değil. Ama Demir gibi birinin aşkı guruna karşı sürdürmesi imkânsızdır. Bu son cümleyi okuduğum şeylere dayanarak değil, bizzat gerçek hayatta yaşadıklarımdan yola çıkarak söylüyorum. Aşırı gururlu bir arkadaşın (Heval’in) Tuba adındaki kıza olan aşkına bizzat şahitlik yapmış ve aşkla gururun birlikte yürümeyeceğine kendi gözlerimle görümüştüm.

Unuttuğumuz şey; ölüme meydan okuyan tek şey aşk değildir, bunu gurur da yapabilir…
Ve gurur da aşk kadar güçlüdür….

Ve gelelim dizinin başrol oyuncusu Asiye’ye, yani Tuba Büyüküstün’e, daha doğrusu dünyanın en güzel yaratığına… Ona ne laf söylerim, ne de söyletirim… Onun hakkında sadece şairler bir şeyler söyleyebilir ama sadece güzelliğine methiyeler düzmek şartıyla…

(*) Nur tote Fische schwimmen mit dem Strom

demaniz@gmx.net

Hiç yorum yok: