Sayfalar

Fotoğrafım
İnsanın kendi hakkında ne diyeceğini bilmesi için bu konuda ayrıntılı bilgiye sahibi olması gerekiyor. yani insan önce kendini tanımalı... ve bunun içinde ben kimim sorusunu kendisine sorup yıllarca sürecek bir kovalamacanın içerisine girmesi gerekli. açıkçası ben kendime bu soruyu şöyle adam akıllı maskelerimi çıkarıp, aynanın karşısına geçip soramadım.. Ayrıca bu iş için insana biraz da cesaret lazım... her yiğidin harcı değil anlayacağınız...

19 Kasım 2009 Perşembe

Hasan Bülent Kahraman’nın Bilimle Sınavı

Şimdiye kadar yerden yere vurmaya çalıştığım köşe yazarlarının çoğu benim için sıradan insanlardı. Büyük ihtimalle kurduğu ilişkiler sayesinde gazetelerde köşe kapmayı başarmış, ama hayatında belki küçük tesadüfler olmasa, kamyon şoförü olarak da karşımıza çıkabilecek sıradan karakterlerdi.

Ama bu defa çok farklı bir yazarımızı Apolitik.Org’a konuk ediyoruz. Farklılığı ukala oluşu değil, bilakis mürekkep yalamış, ünlü bir akademisyenimiz olması. O bizim gerçek siyasi Kahraman’ımız. Gerçi İnşaat mühendisi olarak üniversiteyi bitirmesi şimdi Siyaset-Postmodernizm dersleri vermesine engel olamamış ama olsun. Haksızlık etmeyelim, ben her zaman ideoloji-beton ilişkisindeki benzeşme ve çağrışımlara hayran kalmışımdır. Hele binanın statik hesaplamaları ile devlet teorisinin birbirlerini tamamlamaları yok mu, gerçekten müthiş, büyüleyici şeylerdir…

İşte O Meşhur Bilimsel ??? Köşe Yazısı

Kendimizi daha fazla tutmadan Hasan Bülent Kahraman’ın köşe yazısını politik-mikroskobun önüne alıyoruz ve hemen başlıyoruz: Sabah Gazetesi, tarih: 14.09.2009. Ama başlamadan önce “bu yandaş medyada yazıyor, o yüzden taraf tutar, AKP’yi över” gibi şeyler düşünmeyin. Arkadaşlar bu yazının sahibi bir bilim adamı, içiniz ferah olsun (En azından böyle umut edelim).

Ve yazının başlığı; Muhafazakârlığın milliyetçilikle sınavı

Lütfen başlığa dikkat ediniz… Muhafazakârlık ve milliyetçilik gibi iki ayrı temel politik kavramı kullanmakla yetinmeyip bir de “Türkün Ateşle İmtihanı” kitabına gönderme yapmış. Gerçekten baygınlık derecesinde etkileyici (kendinize gelmeniz ve aklınızı yeniden toparlamanız için üç dört saniye beklemenizi tavsiye ediyorum)…



Bu iki temel kavramı birlikte ele alıp açıklayıp yorumlamak bir köşe yazısının işi değildir diye düşünmekle hata mı yapıyoruz acaba? İnşallah açıklayıcı olma babında örnek vermeyi unutmamıştır diye içimizden dua ederek devam ediyoruz.

Zira en son A. Giddens’dan bu iki kavramın açıklamalarını okuduğumda üç gün baş ağrısı ile cebelleşmiştim, gerçekten ağır mevzular bunlar. (Bu arada yazısında kalın olarak yazılan yerler kendi takdiridir. Bizimle hiçbir alakası olmadığından sorumluluk kabul etmiyoruz).

***

Bir süredir basında çıkan birkaç yazı Kürt açılımı konusunda bir tıkanma noktasına gelinip gelinmediğini sorguluyordu. Yazıların tonu epey endişeliydi. Hükümetin duraksadığını, bunun karşı tarafın işine yaradığını, bu ortamın yılgınlık ve ricat diye kavranabileceğini dile getiriyordu yazılar.

***

Öncelikle Kürt Açılımı değil onun adı, Demokratik açılım. Gerçek ismi hükümetin daha tırsmadığı zamanlarda kullanılırdı.



İkinci olarak açılınım tıkanması mı demiş? Yok be, tıkanma falan yok, Kahraman yazarımız medyayı yanlış anlamış. Artuklu Üniversitesine Kürtçe bölüm açmakla bu işin içinden tam olarak çıkılmaz bence. Bundan sonra yapılması gereken tek bir şey kalır geriye: Sınıra şöyle yüz-iki yüz tane kiralık otobüs gönderip örgütün militanlarının hepsini direkt oradan alıp hapishanelere sevk etmek. Dağdan binlerce insan birden inecekleri için teslim olma falan filan, yani bürokrasi ile fazla uğraştırmadan pratik bir şekilde yapmak lazım bence.

***

Ortada bir tedirginlik şüphesinin dolaşmaya başladığı hakikattendir. Beklenmeyen bir şey de değildi bu. Çünkü atılan adım devletçi yani milliyetçi militarist hegemonyayla sivil-demokratik kesim arasında yeni bir “paradigma” yaratma gerilimiydi. Özüne bakılırsa bu mücadele 2002′den beri (kendi kısıtlamalarını da içinde taşıyarak) devam etmektedir. Şimdi o uzun zincire yeni bir halka eklenmiştir.

Bu son halka bana göre başka anlamlara da sahip. Geleneksel çevrenin şu son keskin ve şiddetli hamlesi biraz da o gizli anlamdan kaynaklanıyor.

***

H. Bülent Kahraman’ın süsleyip püslediği cümlelerin makyajını alırsak, söylemek istediği şeyin özü şu; Muhteşem bir parti olan AKP iktidara geldiğinden beri Ordunun hegemonyasına karşı büyük bir demokrasi ve özgürlük mücadelesi verdi/veriyor ve bu Kürt açılımı da onun son halkası…



1.si “devletçi” kavramı yanlış kullanılmış, politik literatürde bu bütünüyle iktisadi bir kavramdır ve ekonomik bir sistemi ifade eder, “yani” kelimesi cümleye eklense bile milliyetçilik ve militarizmle direkt eşleşmez.

2. olarak AKP’nin “demokratik” olduğu oldukça tartışmalı bir savdır, hatta benim gibi birçok kişi göre aynı zamanda komiktir de. Ve hatta “sivil” olduğu bile emniyet teşkilatı içindeki üstün yerleşme çalışmaları nedeniyle, bence sorgulanması gereken bir özelliğidir.

3. olarak Ordu kanadı hegemonya ile, AKP’liler ise kesim olarak tanımlanamaz. Bu bizi AKP’nin devlet ile hiçbir ilişkisi olmadığı gibi salakça bir sonucuna götürür. Zira bahsi geçen hegemonya çeşidi devlet üzerinden yürür. Ve AKP de kanarya severler derneğinin Kayseri şubesinin adı değildir.

4. olarak AKP ile Ordu arasında bir mücadele olabilir ama bu sanıldığının aksine düz ve kesintisiz bir seyir izlemez. Kısıtlamalarını içinde taşıyarak diye cümleye ekleme yapmak da ufacık molalar verildiğini, yani istisnalar olduğunu demeye çalışsa da, gerçekte AKP ile Ordu arasındaki işbirliği/dayanışma Dolmabahçe ile gayri-resmi anlaşmalara kadar vardırılmıştır. Son Kuzey Irak kara operasyonunda Erdoğan’ın Orduyu Baykal ve Bahçeliye (milliyetçi-militarist kesime) karşı savunmasında olduğu gibi. Ya da panzere taş atan çocukların katlinin vacip olduğunun açıklanması gibi, ya da ne bileyim Kürdlere ateş açan pompalı ağabeylerin sırtını sıvazlaması gibi ordu-ötesi milliyetçi bir çizgiye de sahiptir. Belki yerel seçimlerden sonra DTP için”Ermeni sınırına dayandılar” açıklamasının da özel bir yeri vardır.

5. olarak AKP’nin orduya karşı devlet yönetiminde daha fazla güç ve iktidar isteği demokrasi mücadelesi olarak tanımlanamaz. Oligarşinin kendi içerisindeki güç mücadelesinin demokrasi mücadelesi diye yutturulması pek hoş değildir. Ayrıca bilimsel de değildir.

***
Yenilik dediğim şey, Türkiye’de muhafazakâr denildiği zaman akla gelen siyasal çevrelerin nitelik değiştirmesidir. Bu değişimin birçok unsuru bulunsa bile en önemlisi milliyetçilikle kurduğu ilişkidir.

Buna, “kurmadığı” ilişki dersek daha doğru olacak.

***

Elimize yeniden temizleme bezimizi alıp cümleleri üzerindeki boyalardan arındırdığımızda Kahraman’ımızın bize ne demeye çalışmış olduğunu hemen anlıyoruz: Saf ve duru bir şekilde şu cümle karşımıza çıkıyor. Muhafazakârlar artık milliyetçi değildirler.



Kendi kendinize “öyle saçma şey mi olur ya?” demeyin, zira “bilimsel” bir tespit bu. Neden artık milliyetçi değil, çünkü AKP gibi muhafazakâr bir parti Kürt açılımını yapmayı başarmışsa, demek ki muhafazakârlık da milliyetçiliği aşmış demektir. Bana sakın “neyi aşmış, nasıl aşmış arkadaşım?” gibi ya da “aştığından benim neden haberim olmadı?” gibi sorularla gelmeyin.



Tekrarlıyoruz arkadaşlar, neymiş; Muhafazakârlıkla milliyetçiliğin ilişkisi bitmiş.



Anlamayanlar için ayrıntılarına giriyoruz: Muhafazakârlık kelimesi muhafaza etmekten gelir, yani var olan değerleri korumaktan, değişime karşı çıkmaktan, velhasıl statükocu olmaktan (Batıdaki karşılığı bildiğimiz Konserve’dir). AKP ise demokratik devrim ve ileriye doğru değişimler yaptığına göre artık …??? Bir dakka ya, o zaman demek ki, muhafazakâr da değil. Zira var olan düzeni değiştiriyor, demokratikleştiriyor… Bu nasıl muhafazakârlık? Bu bildiğimiz devrimcilik değil mi ya?



Yok ya, pardon, muhafazakâr arkadaşım ya… Çünkü halen dini değerleri ağırlığını koruyor. Dini değerlere sahip çıkmak, aynı zamanda Âdem ile Havva’ya kadar eskiyi korumak, sevmek ve kutsal kabul etmek olduğuna göre, evet muhafazakâr bir partidir AKP…



Tamam, kabul edelim AKP muhafazakâr bir parti olarak son Kürt Açılımıyla milliyetçi söylemden uzaklaştı. İyi ama bunun neden tüm muhafazakâr partilere mal edecek şekilde genelleştiriyoruz? Misal diğer muhafazakâr partiler de var güzel yurdumda. Şimdi hepsi muhafazakâr oldukları halde milliyetçilikten uzaklaştılar mı?



Allahım ne oluyor bu politika bilimine? Kafam karıştı. Hiçbir şey anlamıyorum…

Kusura bakmayın devam edemeyeceğim… Yazının nasıl bittiğini merak edenler varsa;

(http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/kahraman/2009/09/14/muhafazakrligin_milliyetcilikle_sinavi)

Ayrıca sorunun ismini Kürt olarak koyduktan sonra tırsıp “demokrasi” diyen, bununla da kalmayıp küçücük bir üniversiteye Kürdoloji ismini bile veremeyen, onun yerine “yaşayan diller” ucuzluğuna kaçan bir siyasi partinin muhafakarlığın muhtevasını değiştireceği iddiası komiktir… Gerçekten komik bir iddiadır.

Ve hiçbir kamyon şöförü bir partiyi övmek için bu denli iddialarda bulunacak kadar ileri gitmez….

demaniz@gmx.net

Hiç yorum yok: