Sayfalar

Fotoğrafım
İnsanın kendi hakkında ne diyeceğini bilmesi için bu konuda ayrıntılı bilgiye sahibi olması gerekiyor. yani insan önce kendini tanımalı... ve bunun içinde ben kimim sorusunu kendisine sorup yıllarca sürecek bir kovalamacanın içerisine girmesi gerekli. açıkçası ben kendime bu soruyu şöyle adam akıllı maskelerimi çıkarıp, aynanın karşısına geçip soramadım.. Ayrıca bu iş için insana biraz da cesaret lazım... her yiğidin harcı değil anlayacağınız...

19 Kasım 2009 Perşembe

Rahmetliyi Nasıl Bilirdiniz?

Derya Baykal’ı bilirsiniz, hani şu incik boncuklarla televizyonda garip şeyler yapan kadın. Bu kadının son reklam filmi gerçekten tüyler ürpertici. Tamamen doğal süt ile çocuğunu beslemeye çalışan kadının cahilliğinden kaynaklı salaklığını bize çok hoş bir şekilde teşhir ediyor (Solun baş belası Deniz Baykal ile akrabalığı olsa gerek)… Ve biz de hep birlikte misafirliğe giderken (her nedense!) yanına aldığı yakışıklı uzmanın da gazına gelip kapitalizmin yarattığı müthiş teknolojiden bihaber olan saf kadına lanetler yağdırıyoruz.

Reklamda verilmek istenen mesaj aslında şu; doğal (organik) süt zararlıdır. Neden? Sütü ısıttığımızda proteinleri öldürüyormuşuz…
Sonuç: “Mehmed Emmiden süt almayın, bizden alın, parayı bize verin, para bize lazım….” Biz modern tesislerimizde acayip bi teknolojiyle sütü üretiyoruz.

Sonra meydana az buçuk tarafsız kapitalizm yorumları ile tanıdığımız ekonomistimiz Güngör Uras çıkıyor ve durduk yerde gıda kodeksi hakkında çıkartılan yeni yasal düzenlemelerin arkasında bir hinlik olabileceğinden hareketle araştırmaya başlıyor. Zira biliyor, her yeni yasal düzenleme birilerine bir şeyler peş keş çekiliyor. Ama bu defa durum biraz farklı oluyor ve sonuçta sadece müthiş teknoloji ile üretilen yoğurdun kalitesinin düşürüldüğünü fark ediyor. “Evde yoğurdu kendiniz yapın” diye bir de tavsiyede bulunuyor.

Ve kafamız karışıyor…

Aklımıza daha geçen aylarda süte katılan kimyasal maddeler yüzünden Çin’de ölen bebekler geliyor. Ama müthiş teknolojimizin üstünlüğünden zerre şüphe duymuyor ve Çinli annelerinin saflığına veriyoruz.

Manava gidiyoruz, bilimin müthiş keşfi olan kimyasal maddelerle (hormon) zemheri aylarında bile üretilen domateslerin ucuz fiyatını görüp gurur duyuyoruz. Alıyoruz ve evde misafirliğe gelen konuklarımıza menemen yapıp sunuyoruz. Konuğumuz “bunun içindeki domates mi? diye sorduğunda da tadından veya sağlığa zararından zerre kıl kapmıyoruz.

Açıyoruz gazetemizin sağlık ve beslenme sayfasını ve sağlıklı olmak için kullandığımız sıvı sabunun sağlığa zararlı olduğunu öğreniyoruz. Yılmıyoruz, diğer sayfada deterjan kutularının üzerindeki “dikkat yakıcıdır”a ait olan ve sağlığa ne kadar zararlı olduğunu detaylı anlatan yazıyı çocuklardan uzak tutulacağını unutmadan es geçiyoruz.

Fabrikalarda üretilen hemen hemen bütün gıda maddelerinde koruyucu madde olduğunu, bu yoksa bile içinde tatlandırıcı, bu da yoksa nihayetinde renklendirici maddeler olduğunu görüyoruz ve bunlardan birçoğunun kanserojen madde içerdiğini okuyoruz ama idrak edemiyoruz. İçimizden “Hepsi yalan bunların, hiç bir şey yiyip içmeyelim mi, açlıktan mı ölelim” diyoruz, “at-ölüm-arpa” atasözünü hatırlayıp, gevşiyoruz.

Türk medyası zaten yalan dışında bir şey yazmıyor diye kendimizi İngiliz gazetelerine veriyoruz ama yine aynı sonuçla yüz yüze geliyoruz. Olgun İngilizlerin çok büyük bir bölümünün kullandığı ileri teknoloji ürünü vitamin ve anti-depresan ilaçlarının hiçbir yararı olmadığını görüyoruz ama sonuçta ilaç sektörünün neden bu kadar devleştiği konusunda akıl yürütebiliyoruz.

Aşırı bir solcu olarak ben bile artık kapitalizmi seviyorum, ölüm döşeğindeki nefessiz kalan kapitalizme “acıyorum” da ondan. Yazık… “Rahmetliyi nasıl bilirdiniz?” sorusuna nasıl cevap vereceğimi düşünüyorum şimdi.

demaniz@gmx.net

Hiç yorum yok: