Sayfalar

Fotoğrafım
İnsanın kendi hakkında ne diyeceğini bilmesi için bu konuda ayrıntılı bilgiye sahibi olması gerekiyor. yani insan önce kendini tanımalı... ve bunun içinde ben kimim sorusunu kendisine sorup yıllarca sürecek bir kovalamacanın içerisine girmesi gerekli. açıkçası ben kendime bu soruyu şöyle adam akıllı maskelerimi çıkarıp, aynanın karşısına geçip soramadım.. Ayrıca bu iş için insana biraz da cesaret lazım... her yiğidin harcı değil anlayacağınız...

19 Kasım 2009 Perşembe

Özdemir İnce Sözün Bittiği Yerde

Türk medyasında köşeleri karayanları bilirsiniz, her an patlamaya hazır salça etkili “bilgi” bombalarıdırlar. Misal gündem güneş önünde oluşan hidrojen bulutları dolayısıyla dünyadaki iklim değişiklikleri mi? hemen olayı şip şak diye aydınlatıp karalayıverirler; Rus ya da Amerikan, bilemedin İran uyduları yüzünden olduğuna bizi ikna ederler (Gazete sahibinin uydu ile ilgili herhangi bir yatırımı varsa, konuyu çılgın bir şekilde deşerler). Ya da ne bileyim, evrimsel psikoloji gündem olsun (hoş, sizi de kendimi de kandırıyorum, böyle mevzular bu ülkede gündem olmaz- inşallah demeyi de ihmal etmeyeyim-). Darwin’nin ne kadar inançlı biri olduğundan girip, hayatta kalma içgüdüsünün intihar edenler nedeniyle çürümüş bir teori olduğunu ispatlarlar. Velâkin her gün yazarlar, ama sadece yazarlar…

Böyle de yazsalar, yine de yazma kabızlığına uğrarlar, o zaman en iyi çözüm okur mektuplarına sarılmaktır, kafa patlatmaya ne hacet ! İki laf ekleyip “çok yakın dostum” ya da “sevgili dostumdan aldığım mektubu sizinle paylaşmak…” diye başlayıp belki de yüzünü bile anımsayamadıkları birinin yazısıyla o günü kurtarırlar…

Misal; Özdemir İnce, Hürriyet, 25.03.2009, Bir dostun Doğu Anadolu’yla ilgili seçim gözlemleri…
Fazla uzatmadan bakalım hangi gerçeklerden şimdiye kadar bihabermişiz!

Bir dostun Doğu Anadolu’yla ilgili seçim gözlemleri

DOĞU ve Güneydoğu’yu çok iyi tanıyan, TRT kökenli, tamı tamına 40 yıllık bir dosttan bir mesaj aldım. Birlikte okuyalım:
“Bugün Doğubayazıt’ta idim. (6 Mart 2009 tarihli) köşe yazını Manolya Pastanesi’nde okudum. O arada DTP’nin sarı kırmızı boyalı seçim otobüsü davullu zurnalı folklor müziği çalarak sokaklarda dolaşıyordu. 20 yıl önce de bu coğrafyada 2 yıl görev gördüm. Görevin vesilesi ile Van-Doğubayazıt ve Yüksekova ile çok sıkı temasım oldu. Öte yandan, 1993-94 yıllarında da Doğubayazıt ve Iğdır ile yakın temasım oldu. Resmi ve özel sıfatla yöre halkıyla ilişkiler kurdum. Kısacası bu coğrafyada part time olarak bile olsa 7 yıl yaşadım ve halen yaşıyorum. Sana yerel seçimlerle ilgili gözlemlerimi yansıtmak istiyorum:”


Tanımadığımız dostların yazdıklarına öncelikle inanmamız için o dostun cebinde en az on kitapla ve son volume kadar açılmış kulaklar ve şahin gözlere sahip biri olduğu aktarılır. TRT kökenli oluşu en eskilerden (muhtemelen Uğur Dündar’ın zamanından) kalan bir duayendir o. Bilgedir de, atar tutar diye 40 yıllık dostluğu ekleyivermiş. İnsan bu kadar yıllık dostuna en içten, önyargısız düşüncelerini yazar değil mi? Tamamdır, çok doğru bilgileri okumak üzereyiz…

İlk paragraf size de komik geldi değil mi? 40 yıllık dostunuz size mesaj gönderiyor ve ilk yaptığı şey “bölgeyi nasıl yakından tanıdığını ispat etmek oluyor”. Tarz da bir rapor havasında yazılmış. Demek ki 40 yıllık yakın dostla şimdiye kadar nerede görev yaptığı üzerine hiç konuşulmamış! Dostluklarının yakınlığından kıl kapıyoruz…

Sonra bölgeyi yakından tanıyan dostun 20 yıl önce (1989 yılında! Çatışmalar daha başlamamış) iki yıl görev yaptığını öğreniyoruz. Sonrakiler ise “yakın ve çok sıkı temas” dediği ve anlaşılamayan, muğlâk şeyler oluyor. Sonuç olarak (komik ama gerçek) part time 7 yıl yaşamış olduğunu iddia ediyor. Biz yine de iki yıllık görev süresinde tüm bölgeyi avucunun içi gibi bildiğini, yöre halkının tuvaletteyken bile neler düşündüğünü bilen biri olduğuna inanıyoruz.


Bütünüyle Doğu Anadolu’ya baktığımızda, 29 Mart yerel seçimleri için belirlenen Belediye ve Özel İdare il genel meclis üyelerinin birçoğunun bu görevin ehli olmadıklarını, mahalli halkın yararını düşünmediklerini, sadece bağlı oldukları iktidar veya siyasi partinin militanı gibi hareket ettiklerini görüyorum.


Part time görev yaptığı yerleri hatırlayınız; Doğubayazıt ve Van-Hakkâri-Yüksekova. Toplam; İki il ve iki ilçe. Ama “bütünüyle Doğu Anadolu’ya baktığımızda” diye bir cümleyi kasıla kasıla kullanabiliyor. “Özel İdare il genel meclis üyelerinin” bu işi part time yaptıklarını ve asıl mesleklerinin parti militanlığı olduğunu öğreniyoruz. Bu cümleden dağa erzak taşırken ya da ortalığa mayın döşerken yakalandıklarını tahmin edebiliyoruz.


Kuşkusuz yerel seçimlere aday gösterme son derecede önemlidir. Özellikle belediye meclislerine aday gösterilirken, mutlaka en iyisi bulunmalıdır.

Mahalli sorunları iyi bilen ve mahalli halktan yana olan insanlara bu gibi görevler verilmelidir ki, halkın kendi kendini yönetmesinden söz edilebilsin ve halka demokrasi geleneği yerleşsin. Batı’da, örneğin Fransa, İngiltere, Almanya, İsveç ve Hollanda’da birçok politikacı yerel meclislerden yetişir. Öte yandan adayların kalitesi aynı zamanda seçim sonuçlarını da önemli oranda etkilemektedir.


Dikkat ettiyseniz, “cahil cühela Kürtlere” demokrasi dersi verilirken nedense yerleşmiş demokrasisi ile Türkiye’nin batı kesimleri değil de, Avrupa ülkeleri örnek gösteriliyor. Adam haklı, aynı şey Kayseri’de de var, Çankaya’da da…


Ancak Doğubeyazıt’ta ve Van-Hakkari-Yüksekova üçgeninde işin esası hiç de böyle değildir. Örneğin Doğubeyazıt’ta çöp sorunu var, kanalizasyon sorunu var, su sorunu var, hava kirliliği sorunu var. Hal böyle iken bu yıl 29 Mart’ta yapılacak yerel seçimler öncesi adayların hiçbirisi yapacağı hizmetten, bu sorunlar için ürettiği projelerden söz etmiyor. Adaylar Türkiye’deki olaylar ve sorunlar üzerinden siyaset yapıyorlar. Dolayısıyla seçmen kimi ya da hangi partiyi seçeceğine bu şekilde karar vermek durumunda. —

Evet, öğreniyoruz ki, Kürtler sadece demokrasiden “d”sinden değil, üstüne üstlük belediyeciliği “b”sini bilmiyorlar. Tek bildikleri yalancılığın “y”si. Ortalığı bok götürüyor, hava yok, su yok, kalkmışlar utanmadan siyaset yapıyorlar, daha doğrusu siyaset yaptığını sanıyorlar.
Asıl benim takıldığım yer, adayların hizmet ve projelerden söz etmemesi. Ben daha çocukken bu adam orada iki yıl görev yaptı diye bölgeyi iyi bildiğine laf etmedik, lakin bu adamın Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan biri olduğuna kesinlikle inanmam. Kendimden o kadar eminim ki, size bunu hemen ispatlayabilirim. Açın bir haber programını ve yaklaşık on dakika bekleyin, kesinlikle yorumculardan biri bu seçimlerin genel seçim havasında olduğundan, Erdoğan ve Baykal’ın yerel hizmetlerden hiç söz etmediklerinden, Kılıçdaroğlu’nun bile Mitingde konuşturulmadığından kesinlikle bahsedeceklerdir. 15 yaşında birinin bildiği bir şeyi bizim dost bilmiyor. Ya da mevzu Kürtler olunca atış serbest oluyor.


DTP hakkında Anayasa Mahkemesi’nde açılmış bir kapatma davası vardır. Ağrı-Yüksekova-Hakkari ve Iğdır’daki Kürt vatandaşlar açısından, sırf bu kapatma davası sebebiyle, DTP kimi aday gösterirse göstersin bu mağduriyeti için çok oy alacaktır. Çünkü DTP kendisine karşı haksızlık yapıldığını dile getirmektedir. Keza hükümetin basınla tartışmaya girmesi ve yandaş olmayan basına vergi vs. gibi baskılar uygulaması, iki yıldan bu yana önemli bir sivil açılımın olmaması ve Avrupa Birliği reformlarının rafa kaldırılması da, yine DTP’ye yaramaktadır.”


“Madem bu adamlar “b”den anlamıyorlar, o zaman neden oy alıyorlar” sorusunun cevabını bize sunuyor sevgili dostumuz. Gariban muhabbeti yapıyorlarmış da ondan. Biraz önce izlediğiniz o haber programını birkaç dakika daha izlediyseniz, yorumculardan biri AKP’nin bu seçimlerde mağdur rolü oynayamadığından mutlaka bahsedecektir. Ama konu Kürtler olduğu için halkımızın temiz duygularını sömürenler bu defa DTP’liler oluyor. AKP verdiği hiçbir sözü tutmadığından yada devletin Kürtlere siyasi temsil hakkını çok gördüğünden bahsetmek yerine, her nedense mağdurmuş gibi davrandıklarını söylüyor.


Arkadaşımın yazdıklarıyla benim bu konuda yazdıklarım kesinlikle çelişmiyor. AKP’nin şaibeli seçim yatırımları konusunda yaptığı gözlemler de benim yazdıklarımı yalanlamıyor.

Sonuç: CHP ile MHP’nin ve öteki partilerin bu bölgede herhangi bir ağırlığının bulunmaması onların ayıbı değil. Bir ayıp varsa, onu, bölge halkının zayıf vatandaşlık ve yurttaşlık bilinci ile tarikat, cemaat ve etnikçilik hastalığı yaratmıştır. Bulaşıcı ve insanın ilkellik dönemine özgü bir hastalıktır!


İşte en şaşalı yere geldik. Emin olun, sadece üç beş cümle yetmez, bu son bölümü açıklamaya, hatta ne kitaplar, ne kitap dizileri, ne de üniversitede bu konuda kurulacak bir kürsü. Kısacası sözün bittiği yer işte burası.
MHP gibi devletin paramiliter faşist gücü, 80 yıl boyunca varlığını inkâr ettiği bir halktan oy alamamasının nedeni, o halkın “etnikçilik hastalığıymış“. “Şu lanet Kürtler işte böyle iğrenç bir halktır“. Kendisine her gün küfreden insanlara oy vermiyor. Ne kadar garip değil mi? Aynı zamanda ağlamakla gülmek arası bir yer burası.

Ve CHP… Devletin, resmi ideolojinin partisi. MHP’den fazlası var, eksiği yok. Söylenecek laf da yok.

Eğer sen devletsen vatandaşını eğitmek de senin görevin, korumak da. Eğer bir sorun varsa önce silahı copları kafalarda patlatacağına, halka bir sor; derdin nedir senin?
Sonra eğer vicdanın varsa biraz düşün, aynaya bakamayacaksın bir daha…

demaniz@gmx.net

Hiç yorum yok: