Sayfalar

Fotoğrafım
İnsanın kendi hakkında ne diyeceğini bilmesi için bu konuda ayrıntılı bilgiye sahibi olması gerekiyor. yani insan önce kendini tanımalı... ve bunun içinde ben kimim sorusunu kendisine sorup yıllarca sürecek bir kovalamacanın içerisine girmesi gerekli. açıkçası ben kendime bu soruyu şöyle adam akıllı maskelerimi çıkarıp, aynanın karşısına geçip soramadım.. Ayrıca bu iş için insana biraz da cesaret lazım... her yiğidin harcı değil anlayacağınız...

19 Kasım 2009 Perşembe

Hayırdır Ertuğrulcum, Kürtlere Sevinmek Yasak mı?

abah kalktım, esnemelerime biraz ara verip şöyle bir bakayım dedim internetten, tarihi günlerde kim ne karalıyor diye. Bi baktım Ertuğrul Özkök, bana “kardeşim” diye seslenmiş ve eklemiş “sana iki çift lafım var” diye… Ne oldu bu Ertuğrul’a? ne ettim de bu kadar celallenmiş diye meraklandım. Hayır, kendisiyle tanışıklığım olsa, belki bıraktığım fırça bıyıklarıma gıcık olmuş diyecem ama bırakın Ertuğrul Özkök‘ü tanımayı, Ertuğrul adında tek bir tanıdığım bile yok.

Bir ara gözüm elimdeki “Türk” kahvesine ilişti. Yoksa gizliden webcam’den Türk kahvesi içmelerimi mi izliyor diye şüphe ettim. Bir Kürdün Türk kahvesi içmesi iki çift laf işittirmeyi gerektirmez diye düşündüm. Ve daha fazla dayanamadan “bitsin bu merak” deyip “Kürt kardeşime iki çift sözüm var“ın üzerini tıkladım. (http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/12748000.asp?yazarid=10&gid=61)



Ertuğrul’un günahını almışım, uyku mahmurluğu ile aramdaki köprüleri tam olarak atınca anladım, meğerse mesele şahsımla alakalı bir mevzu değilmiş…

Bu adam zamanında sadece “hadi gidip Barzani’yi havadan bombalayalım” demiş olsaydı kıl kapmazdım ama çok geçmeden bu defa da ”Apo’yla görüşelim” dediği için açıkçası serseri mayın modunda okuyorum yazılarını…

Şöyle bir göz attım önce yazıya. Adamcağız meğersem şahsımı değil, tüm Kürdleri hedef almış.

Ama merak yakama yapışıp kaldı. Tüm Kürdlerin hepsi birden ne yaptı bu adama da iki çift lafı işitmeyi hak ettiler? Birkaç cümle daha okuyunca anladım, meğerse iki çift lafı işitmesi gerekenler ne benmişim ne de tüm Kürdler. Dün dağdan inenleri festival havasında karşılayanlarmış… İyi güzel de, neden “DTP’lilere” veya “örgüt sempatizanlarına” değil de özellikle “Kürt Kardeşlerine” iki çift lafı var?

“Kardeş” kelimesini de eklemiş ki, dost acı söyler modunda bir şeyler anlaşılsın. Ortamı biraz yumuşatmak adına yapılmış ucuz, klasik bir numara. Anlayışla karşılanabilinir. Peki, neden ”Kürtler”?

Hani hep derler ya, barışa geçmek için savaşın “dilini” bitirmek, yeni bir dil yaratmak gerek diye… İşte mesele bu geçiş dönemlerindeki dilde… Kin, kan ve baruttan sızan kelimeleri/anlamları yok etmedikçe ne barış olur ne de mutluluk… Ve böyle yazılar yazılıp bu konuya atfedilip durulur…

***

Güzelce döşediği yazısında Ertuğrul kısaca “niye bayram ediyorsunuz lan” diyor Kürdlere. Aslında sadece Ertuğrulcum da değil, bugün okuduğum yazarların % 98.54′ü aynı şeyi söylüyor.

DTP’lilere atfen “Şışşt sevinmeyin lan, gıcık etmeyin adamı” bugünkü tüm köşe yazıların özeti. Bir de Ruşen Çakır var. Günün her saatinde akıl/gaz veriyor herkese… Keşke sadece gazeteciler olsaydı, Cumhurbaşkanı ve Başbakan da aynı fikirde… Herkesin tek derdi Kürdlerin Barış sevinci…

Kürdlerin sevinmelerine gıcık olmayı akıl edemeden önce hep birlikte epey bir şaşırdılar. Kafayı sevincin kaynağına taktılar. Bu kadar sevinmenin ancak askeri bir “zafer” ile bağlantılı olacağına inandılar. Ertuğrul’un da yaptığı gibi birçoğu “siz bizi değil, biz sizi indik” tarzında çişli yorumlara dadandılar.



***

Ertuğrul’dan devam edelim…

Şöyle yazmış Ertuğrul:

“Öteki yanım ise, DTP taraftarlarının bu dönüşe verdiği “zafer” şöleni havasını fevkalade endişeyle izliyor.

Çünkü bir tarafta “zafer” varsa, başka bir tarafta “hezimet” vardır”.

Önce eğri oturarak şunu söyleyeyim; Ertuğrul ilk cümlesinde söz konusu görüntüleri tarihi bir sorunun çözülmesi olarak okuyor ve neye kime belli olmadan (Türkiye’ye) “helal olsun” diyor.

Ertuğrul’un “zafer”e kafayı takmasının nedeni kendi yanılgısını örtme çabası aslında. 1999′da Apo’nun emriyle militanların Kandil’e geri dönmesini Örgütün kesin askeri yenilgisi olarak defalarca ilan edip tekrarlayıp durmuş olmasıdır. Gerçi bu köşe yazısının sonunda yeniden bu konuya değinmiş ve altını üstünü yakmadan çevirip çevirip yazmış ama maalesef altında kalmış…



Kesinlikle yanlış bir mantık önermesidir “zafer varsa, hezimet de vardır“. Üstelik kullanılan kavramların hepsi yalan, uydurma. Bir kere ortada ne zafer var, ne de hezimet’in esamesi söz konusu. Zira gerçekte olaylar/olgular nötrdür, bir olay kendiliğinden “zafer havası” anlamı taşımaz. Sadece birileri onun zafer havası olduğunu düşünür. Yani Ertuğrul böyle düşünüyor diye gerçekler de öyle değil. Her sevinç gösterisi bir zafer şöleni “havası” kokmaz.

Ertuğrul bunu neden Zafer havası olarak telakki ediyor diye sorarsanız şu sonuca ulaşırsınız; Ertuğrul Kürdleri “düşman”, “karşı taraf” olarak algılıyor. Eğer algılamasaydı şöyle yazması gerekiyordu, “belki biraz abartılı propaganda çalışması ama sonuçta bir barış sevinci, havası”. Ama onun “öteki yanı” hemen devreye giriyor ve Türk tarafında “yenilmişlik” duygusunun ortaya çıkardığını yazıyor. Ve bu yüzden “tüm” Kürdlere “kendinize gelin, kalıbınızın adamı olun” diyor.

Bir yerde zafer varsa, başka bir tarafta illa da hezimet olmaz. Zira zafer taraflardan sadece birine değil, her ikisine birden ait olabilir. Bazı savaşları her iki tarafta kaybeder ve de pek çoğunun galibi olmaz.

Hezimetin olabilmesi için en az “iki kişi arasında” bir rekabet, kavga veya savaş olması gerekir.

Bir Kürd olarak şunu anladım, şu açılım sürecinde sevinmek, eğlenmek yasak. Propagandaya giriyormuş, karşı tarafı aşağıladığım için tahrik ediyormuşum, süreci baltalıyormuşum.

Şimdi merak ediyorum, acaba açılımdan sonra o “ikinci bir emir” gelecek ve sevinmek de serbest edilecek mi?

demaniz@gmx.net

Hiç yorum yok: