Sayfalar

Fotoğrafım
İnsanın kendi hakkında ne diyeceğini bilmesi için bu konuda ayrıntılı bilgiye sahibi olması gerekiyor. yani insan önce kendini tanımalı... ve bunun içinde ben kimim sorusunu kendisine sorup yıllarca sürecek bir kovalamacanın içerisine girmesi gerekli. açıkçası ben kendime bu soruyu şöyle adam akıllı maskelerimi çıkarıp, aynanın karşısına geçip soramadım.. Ayrıca bu iş için insana biraz da cesaret lazım... her yiğidin harcı değil anlayacağınız...

19 Kasım 2009 Perşembe

İsrail Oyun, Gazze Ölüm

Gazze’de, Irak’ta, Afganistan’da annesinin karnındakinden kefen parasını biriktirmişine dek her yaştan insanın teknoloji harikası silahlarla katledildiğini her gördüğümde, medyanın yüksek dozlu haberleriyle uyuşturulmuş tüm insanlara avazı çıktığı kadar bağıran, “Ben bu oyunu bozarım ulan” diyen Tatar Ramazan’lar hayal ediyorum.

Bu oyun çok iğrenç, hem de öyle bir oyun ki bu eğlendirmiyor, tersine vahşet saçıyor. Oyunun kuralları ABD tarafından konuluyor, geri kalanlar ise sürekli ebe oluyor. Onlar bankadaki hesaplarında bol bol sıfırlar eklerken diğerleri kan reva içinde kalıyor.

Son Oyun başlamadan önce…

Sovyetlerin yıkıldığı günlerdi, ortaokuldaydım. Belki o günlerde Uzakdoğu dövüş sporlarının müptelasıydım ama aynı zamanda siyasetten de yavaş yavaş inceden haz almış ve politik gelişmeler ilgimi çekmeye başlamıştı.

Yarım yüzyıldan fazla süren soğuk savaştan, önce nezle olan Sovyetler, sonra zatürye olmuş ve en son hakkın rahmetine kavuşmuştu. Kapitalist batı medeniyeti tüm varlığını Sovyet düşmanlığı üzerine inşa ettiğinden Sovyetlerin yıkılmasına önce naralar atarak sevinmişti, zira o zamana kadar oynanan oyunu onlar kazanmıştı… Ama hemen arkasından tahmin edilemeyen soru işaretlerinden oluşan bir şok hissedilmişti. Mesele şuydu; şimdi ne olacaktı?

Ortalıkta düşman yoktu!

Yaşamaları için en çok üç şeye ihtiyaçları duyuyorlardı: Hava, su ve bir adet düşman. Ortada milyar dolarlarla ifade edilen koca bir silah sanayisi vardı, şimdi hepsi iflas mı edecekti? Ya dünyaya özgürlük getirme ideolojisi ne olacaktı? O olmazsa batı medeniyetinin koca orduları ne halt edecekti? Ve daha da önemlisi nasıl azgeliş-tiril-miş ülkelere karşı “kene”rolü oynayacaklardı? Ne de olsa Totalitarizmin altında ezilen uluslar şimdi özgür sayılırdı. Diktatörlerin yönettiği ufak tefek ülkeler vardı ama onları zaten kendi imalatlarıydı.

Kendilerini ekonomi yerine Fukuyama’nın da desteğiyle kültür ile tanımlamaya başladıkları anda dinin önemimi fark ettiklerinden olsa gerek, artık yeni oyunun düşmanı da hazırdı: İslam. Herkes bir anda ABD’nin kendine düşman olarak İslam’ı seçtiğini söylemeye başladıklarında aklı başında olanlar bunu absürt, saçma salakça ve hatta aptalca bulmuştu, zira daha El Kaide’nin temelleri atılmamıştı. O zamana kadar birlikte çalıştıkları, irili ufaklı, boş örgütlerden oluşan bir düşman bu yeni oyunda oynayamazdı ve dolayısıyla ebe de olmazdı. Ama oyunun hazırlıklarına başlandı, Başkanları yaptığı açıklamalar ile Müslümanlar tahrik etmeye başlandı, gizli servisleri İslamcı örgütleri el altında destekledi, gazeteleri televizyonları Müslümanlara atıp tutar oldu. Bir anda yeni bir örgüt kurulamayacağı için sadece çatı örgütü olarak El Kaide ismi anılmaya başlandı. Ve en son 11 Eylül’de işi sağlam kazığa bağladılar.

Bush’un üzerine bu yeni elbise terzisinin elinden çıkmış gibi tam oturdu. Hem petrolcü hem dindardı. Bir taraftan haçlı seferleri diyor, diğer yandan Irak’ın petrollerinin rezervlerini duyunca heyecandan titriyordu.

Yeni düşmanla birlikte artık batılılar rahat bir nefes alabilirlerdi: Silah sanayileri tam hızında yeni teknolojik devrimler yapabiliyordu, orduları ülkeler işgal ediyor ve dünya halklarına özgürlük götürmeye devam edebiliyorlardı. Her şey tastamam görünüyordu.

Hamas’ın oyuna alınması…

Aslında El Kaide’yi sonradan kendileri için Müslümanlardan yaratıp oyuna almışlardı ama ondan çok önceleri, 1980li yılların sonlarında küçük Siyonist kardeşin de kendince eğlenmesi için Hamas Filistinli Müslümanlardan yaratmışlardı. Zira emperyalist büyük ağabeyi Sovyetlerin destekledikleri Arap solcuları ve milliyetçilerine karşı savaşmak için Hamas’ın ağabeyi olan Müslüman Kardeşler örgütüyle birlikte oynuyordu. Yani o zamanki Ortadoğu oyununda iki gurup vardı. Birinci grubu Emperyalist ağabeyle arkadaşı Müslüman Kardeşler ve Siyonist küçük kardeşle onun arkadaşı Hamas oluştururken, ikinci grubu Sovyetler ile Arap solcu ve milliyetçileri oluşturuyordu. Yani Müslümanlarla iki kardeş can ciğer arkadaştı, yedikleri içtikleri ayrı gitmiyordu.

Hamas o zamanlar kendini hayır işlerine adamıştı, Filistin Kurtuluş Örgütüne karşı olsa da topla tüfekle işi pek olmazdı. Paracıklar ABD destekli Suudilerden geliyordu, onlar da Gazze’de hayır adına ne varsa Okullar, Hastaneler, Camiler vs dikiyorlardı. Böylece Filistinli gençler ellerine solcuların silahlarını almak yerine camiye gidip dua ediyor, hastaneyi aşevlerini görünce kendini İslam’a adıyordu. Keza Filistinli solcu ve milliyetçilerinden bunalıma giren Siyonist kardeşin başı daha az ağrımış oluyordu. O yıllarda Siyonist kardeş radikal İslamcılar ne yaparsa izin veriyor, solcu ve ulusalcıları apar topar cezaevine atıyordu, tabii ki sağ kalırlarsa.

Gel zaman git zaman derken Sovyetler soğuk savaştan kaptığı zatüryeden öldü. Öldü ölmesine de Filistinli solcu ve ulusalcıları hala akıllanmamışlardı, özgürlük eşitlik diye bağırıyorlardı. Bu anda Siyonist kardeşin milletin kafasını koparması için birkaç nedene ihtiyacı vardı. Solcu ve ulusalcılar onlara kafa koparmak için yeterince uygun ortam sunmayınca ve yeni düşman İslam olunca bütün yük Hamas’ın başına yıkıldı. Siyonist kardeş artık eski dosta şöyle diyordu; “Hamas yeni görevin, eğer kabul edersen demiyorum -ki mecbursun buna, artık sadece Filistinlileri bölmek ve pasifleştirmek değil, onları öldürmek için neden olacaksın”.

Ancak küçük bir sorun vardı: Takvim yapraklarında 1993 senesi yazdığında hala halkın sadece % 15’i hak yolunda Hamas’ı destekliyordu, gerisi halen gâvurların peşinden yürüyorlardı. İş bu sebeple Hamas’ın biraz süslenip cilalanması gerekiyordu. Kahraman olmaları için önce 400 kadar şiddete bulaşmamış Hamas taraftarları sürgüne gönderildi. ABD ve İsrail’in BM’de ki çabalarından sonra bunlar kahraman olarak ülkelerine geri döndüler. Sırada F.K.Ö’nün gözden düşürülmesi gerekiyordu, hemen kollar sıvandı ve bu örgütle yapılan Oslo Anlaşmasına sadık kalınmayarak Yahudi yerleşimcileri için yeni yerler açılmaya devam edildi. Hiçbir olumlu adım göremeyen Filistinliler Hamas’a doğru kaymaya başladılar. 2001 yılında saldırılarla Filistin topraklarının alt yapısı ve ekonomisi saldırılarla birlikte kapıların kapanmasıyla da çökertilerek Hamas’ın sosyal hizmetlerine doğru yönlendirildi. Ve Hamas’ın radikal tavrı , canlı bombalar, şehitlerle destanlaştı. Sene 2006 da bölünmüş diğer gruplara karşı Hamas oyların %47’sini alarak başa geçti.

Hamas oyunda ebe olunca…

Eskiden F.K.Ö’ye karşı oynadığı oyunları bu kez Hamas’a karşı oynadı. Emperyalist ağabeyin katkılarıyla AB’den gelen paralar kesildi, kapılar kapatıldı, verdiği sözler antlaşmalar unutuldu ve Filistinliler Siyonistleri değil birbirini öldürmeye başladı, Hamas her ağzını açtığında teröristlikle suçlandı. Hamas’ın radikalleşmesi onlara yaradı, çünkü Filistinlileri öldürmek için artık nedenleri vardı: Terör…

İşte bu yüzden sadece Ortadoğu’dan değil, Latin Amerika’dan, Asya’dan, Afrika’dan binlerce milyonlarca Tatar Ramazan çıkmalı ve elini masaya vurup bağırmalı “Ben bu oyunu bozarım”

demaniz@gmx.net

Hiç yorum yok: