Sayfalar

Fotoğrafım
İnsanın kendi hakkında ne diyeceğini bilmesi için bu konuda ayrıntılı bilgiye sahibi olması gerekiyor. yani insan önce kendini tanımalı... ve bunun içinde ben kimim sorusunu kendisine sorup yıllarca sürecek bir kovalamacanın içerisine girmesi gerekli. açıkçası ben kendime bu soruyu şöyle adam akıllı maskelerimi çıkarıp, aynanın karşısına geçip soramadım.. Ayrıca bu iş için insana biraz da cesaret lazım... her yiğidin harcı değil anlayacağınız...

19 Kasım 2009 Perşembe

ایران عشق و انقلاب

skerlik başvurusu sırasında mesleğimin resmi adının uluslararası ilişkiler “uzmanı” olduğunu öğrendiğimde, koltukaltı kaslarımda gayri ihtiyari bir kasılma olmuştu. Tezkere ertesinde aklıma bir “uluslararası ilişkiler Analiz bürosu” açmak gelmişti. Manyak gibi analizler yapacaktım wallaha. “Bilimsel Veriler olmadan müşteri kabul edilmez” diye bir de tabela asacaktım camına. Tek ihtiyacım olan şeyin bu olduğunu zannediyordum zira. Ama mesele İran olunca veriler beyhudedir. Ayrıca bu verilerin bilimselliği de soru işaretlerine bezenmiştir…

Başlığı görünce hemen Farsça online-sözlük sitelerine abanmayın, merakınızı hemen dindireyim, Türkçe anlamı şu; İran, Aşk ve Devrim.

Hemen her sözcük kendi dilinde kullanıldığı anlamlardan, yaptığı çağrışımlara kadar onlarca öğeyi içinde barındırır ve başka bir dile çevrildiğinde gerçek özünü, sözünü kaybeder. Bir Türkün algıladığı İran, Aşk ve Devrim, onların kendi İran, Aşk ve Devrim’inin tıpkısının aynısı değildir. Onların ülkeleri, aşkları ve devrimleri binlerce yıllık aryen kültüründen ve on iki imamlardan kalan acıdan süzülmüştür. Belki de İran’ı anlamak için rasyonel-batılı akıldan feragat edilmelidir. Yani acıyı ve onuru yeterince bilmek, tanımak ve sevmek gereklidir…


İran’daki şu son olaylara kafasını daldıranlar akşamı Sokrates’i rüyasında görüyorlardır; bu filozof onlara bağırıp duruyordur; “ tek bildiğim şey, hiçbir şey bilmediğimdir”…


Hiçbir şey bilinmese de, biz “bilindikleri iddia edilen şeylere” bir göz atalım yine de…


“Her ustanın bir tekniği vardır” derler ama mesele İran ise her usta öyle ya da böyle “güç tehlikelidir, insanlar ona ulaşmaya çalışır, ulaşınca yapışıp kalır, yapışmakla da kalmaz kendi yararına (halkın zararına) kullanır ve bu yüzden tehlikeli olaylar cereyan edebilir” tekniğini uygulamak zorunda kalacaklardır. Kiminin kafasında Budist, kiminin Anarşist çağrışımlar yapsa da bu böyle bir teknik kendisini dayatır.


Bunun böyle olmasının nedenlerinden biri Rafsancani’dir. Bu adam sekiz yıl boyunca Cumhurbaşkanlığı yapmış, yaparken de “devletin malı deniz, yemeyen keriz” sözünü kendisine amaç edinmiş ve görev süresinin sonunda “en zenginler Top 10 listesine” girmeyi başarmıştır. Şimdi iki kilit Konseyin başındadır ve adamları da oradadır. Hamaney’in kuyusunu kazmak için elinde kürek, yüreğinde kızının gözaltına alınması nedeniyle nefret vardır ve şu sıralarda Kum Şehrindeki Molllaları ikna turuna çıkmıştır.


Ahmedi Nejat anasından kız doğmadığı halde şanslı olanlardandır. %17 ile Tahran Belediye başkanı olmuş ve geçen seçimlerde mollalar birbirine girince adı gündeme gelmiş, Bush’un da yaptığı açıklamalar ile Cumhurbaşkanlığı makamına otur(tul)muştur. Tabii ki keramet o koltuğa oturmak değildir, o koltuktan kalkabilmektir… Ama o kendini yaya yaya kurulmuştur o koltuğa, zira arkasında halkın çoğunluğu olmasa da, güç adına ne ararsan mevcuttur; I. Dini ve siyasi Lider Hamaney, II. Ordu, III. Devrim Muhafızları IV. Milis Kuvvetler (Besic)… Yani her söylediği kanun olan biri ve elinde silahı olan herkes “hadi Ahmedi Nejatcım, sana dil uzatanın dilini keseriz” derken o koltuktan kalkınmaz zaten…

Kargaşanın nedeni elbette sadece Muhafazakarlar arası güç kavgası değildir…

Bir de bizim gariban, Azeri, Humeyni’nin başbakanı, devrimin has çocuğu, reformcuların başı sayılan Musevi var. Daha seçimler başlamadan Devrim Muhafızlardan “kadife devrim yapmaya hevesli gördüm seni, kalkışma hemen ezerim” uyarısı aldığında içime Nida gibilerin öleceği doğmuştu. Ama “sığınacağım yer, Humeyni’nin mezarıdır” dediğinde, ne yalan söyleyeyim, bu mezarın bombalanmak isteneceğini hayal bile edememiştim. Güce kene gibi yapışanların bu kadar hırçın olacaklarını tahmin etmek, her babayiğitin harcı değildir.

Bunlar Reformcu falan da değil, bildiğimiz “korkak“. Bu kavram illa da olumsuz bir anlam taşımaz. Korku bir savunma mekanizmasıdır ve hayatta kalmaya yarar… Korku insana önlem aldırır. Hamaney’in kendisinden sonra yerine oğlunu getirmek isteği ve Ahmedi Nejat’ın diktatörlük hevesleri reformcu olarak adlandırılanlarda kalp atışını duyacak ve kemikleri zangır zangır titretecek kadar derin bir monarşi korkusuna neden olmuştur. Biz Kemalistlerin laiklik pencerisnden dünyayı algıladığımız için tüm olanlar bize dangalaklık gibi gelebilir ama onların tek istedikleri rasyonel bir kafayla yönetlilmesi gereken (İslami) “Cumhuriyeti” korumaktır. Ahmedi Nejat’ın önündeki dört yılda monarşiye dört kat ekleyip sağlam bir şekilde inşaa edeceklerinden korkmaktadırlar. Hepsi bu.

İslami Cumhuriyetin özüne sahip çıkanlara reformcu demek saçmalıktır bu yüzden, korkak demesek bile onlara en uygun niteleme Cumhuriyetçilerdir. Onlara göre İslami Cumhuriyet devrimi özünü kaybetmiştir ve ona geri dönülmeliridir.

Bundan sonra ne olur? sorusuna Sokrates’in sözü cevap olur.


Taşlar yerinden oynamıştır, seçim sonuçlarına karşı atılan ok hedefinden sapmıştır…

İranlılar koşuyorlar, ama emin olun, onlar dahi nereye doğru koştuklarını bilmiyorlar…

demaniz@gmx.net

Hiç yorum yok: